Helsinki


Viking güzeli Helsinki

İlk defa bir gemi yolculuğu yapmıyorum ama hem sauna hem kumarhane olan üstüne üstelik lüks olmayan bir gemi ile ilk defa yolculuk ediyordum. Her ülkenin özelliklerini o ülke şartları içinde doğal bir olay olarak yaşamın keyfine diyecek yok hani.
Gemiye kendini atan Finlandiyalılar, tüm dünyaya kabul ettirebildikleri tek Fince isim olan saunaya koşar adımlarla gidiyorlar. Daha biz valizlerle odaya girerken yan odadan sarı saçlı taş gibi (!) 2 Vikingli kızın yarı çıplak çıkmalarına şaşı gözlerle bakarken, Esra, kafama İklim’in elinde tuttuğu oyuncak ayısını geçirmişti bile. Biz de hiç vakit geçirmeden aynı hızla Saunada aldık soluğu. 

İklim ilk defa sudan korkmadığı gibi tüm gezi süresince, sadece bu şekilde banyo yapması bu saunaların ne kadar eğlenceli olduğunu anlatmaya yeter sanırım. Son 24 saatimizi balinalar gibi yarısı sağanak yağmur yarısı ahmakıslatan şeklinde su altında geçirdikse de, son 1 saatinin bu şekilde olmasından hiç de rahatsız değildik. Özellikle bu kadar Vikingli kızın arasında ben dememe gerek yok herhalde! 

Esra gemide midesi bulanınca erkenden yattı. Beni yalnız bıraktığını zannetmeyin. Artık kendisi olmadığı zamanlarda yanıma bir vekil (!) bırakabildiğinden İklim ile geminin eğlence dünyasına kendimizi bıraktık. Biraz kumar, biraz disko derken batmayan güneş yüzünden gecenin ilerleyen bir saatinde alaca karanlıkta yattık. Sabah kalktığımızda gemi Helsinki limanına girmek üzere idi. Alel acele kahvaltı yapıp gemi güvertesinde bir kaç fotoğraf çekip, Helsinki’ye adım attık. 

Gemiden inerken, Helsinki’nin 2 katedralini aynı anda görünce, harita üzerinden de otelimizin yerini tespit edince, bu şehirde meşhur Helsinki Zirvesin'den başka pek de bir şey yapılamayacağını daha ilk anda anladık... 

Yavaş yavaş etrafımıza bakınarak birkaç cadde yukarıda ki otelimize doğru yürürken, güzel bir park ve canlı bir alışveriş merkezinden geçip, Helsinki tren istasyonuna geldiğimizde, Helsinki Zirvesinin içimizde bıraktığı etkiden olsa gerek, bu şehir daha büyüktür diyerek karşımızda duran otelimizi görmeden bir kaç blok daha gitmişiz. Şehir bitip otoban yol ile karşılaşınca gemiden hissettiğim büyüklüğün pekte yanlış olmadığına karar verdik. Şaşkınlığımızı çabuk atıp geri dönerek şehir merkezine tekrar gelip otelimize bulduk. Fazladan yürüdüğümüz bir kaç yüz metre bize pek koymadı da, hava sıcak olduğu için ikide birde kendini arabadan atmaya çalışan İklim, o kadar sıkılmıştı ki, giriş katındaki çocuk odasını gördüğünde biz daha resepsiyona yanaşırken, o bizim yanımızdan koşturarak çoktan uzaklaşmış kendine yeni Finlandiyalı arkadaşlar bulmuştu. 

Müslümanlar, Hıristiyan âleminde kilise, onlarda bizde cami gezmek bir moda olduğu için bizde soluğu Temppeliaukio (Rock Church ) ve diğer kiliselerinde aldık. Katolik dünyasının kiliselerini artık işletemediğini, masraflarını çıkaramadığı için kapılarına kilit vurduğunu hatta ve hatta birçok kiliseyi Müslümanlara cami olarak kullanılsın diye kiralayıp ya da satıp, diğer kiliselerin masraflarına harcadığını duymuş idim ama pekte inanamamıştım. Burada kiralananı ya da satılanı görmedik ama işletim maliyetlerinin yüksekliği sebebi ile kiliselerinin belirli günlerde sıralı olarak açıldığını gördük. Tanrıda artık eskisi gibi yardım etmiyor olacak ki (!) dua etmek bile paralı olmaya başlamış buralarda... 

330.000 km2’lik Finlandiya’da bizden 13 kat daha az sayıdaki (5, 5 milyon) insanın yaşadığı bu göller ülkesin de 200.000’e yakın göl ve 100.000’e yakın ada da nasıl yaşadıklarını merak etmeye başlamış idik. Merakımız çok da uzun sürmedi. Salına salına, bir sokak pazarından geçerek otele giderken, 560.000 kişinin yaşadığı Helsinki’de, şehrin göbeğindeki bir parkta herkesin Caz dinlediğini parkta oturan genci, yaşlısının kuşlara yem atarak günlerini geçirdiklerini görmek bizi pekte şaşırtmadı. Kışın 70 gün güneş, yazında 70 gün geceyi görmedikleri bu ülkede Akdeniz kanının canlılığını beklemek pek de mantıklı olmasa gerek... 

Burada, hayatın her kademesinde kadını ve erkeği, net bir şekilde görmek mümkün oluyor. Endüstriyel olarak gerekli tüm gelişimlerini tamamlamış bir ülke. Özellikle gemi sanayinde İsveç ile yarışarak, orman ürünleri ve telekomünikasyon teknolojisindeki gelişmeleri sayesinde de pek de ekonomik sıkıntı yaşayacak gibi değiller. Kaldığımız otel, çok büyük olmamasına rağmen 15 tane toplantı odasında ya bir seminer ya da bir eğitimin olması bizi biraz daha şaşırtmaya yetmişti. 

Açıkçacı kendimi, kendi yaşam tarzlarımızdan o kadar uzaklarda ve farklı bir sitilde hissediyordum ki, bu ülkenin bir otel odasında yapılmış olan ve sürekli kafamıza kakılan Helsinki zirvesinden çıkan kararların ne kadar bize yakın olabileceğini düşünüyorum. Bir de endüstriyelleşememiş birçok şehri de göz önüne alırsak bu beklentilere nasıl cevap verebileceğimizi, hiç ama hiç yorumlayamıyordum. 

Yakından bir kaç Vikingli kadın / erkek portresi çekmeyi çok isterdim. Yaşam çeşitliliğinin oluşturduğu ırkların farklılığını gördüğüm zamana hep keyif almışımdır. Başka bir benlik ve başka bir stilin doğa etkisi ile oluşması, teknolojik ve endüstriyel koşturmacalar içinde unuttuğumuz doğallığımızı hatırlatır bana. Bir Finliyi artık nerede görsem ayırt edebileceğime inanıyorum. Tombul yanaklar, uzun bir burun, kocaman ayaklar, yanlardan ya da arkaya kıvrılarak sarılmış sarı saçlar ve bazen de geniş kalçalı hanımlar. Herşey Viking çizgi filmindeki Viki’nin annesi, babası ve arkadaşları gibi. Çocukluğumun masal dünyasında yaşıyor gibi hissediyorum kendimi... 

Ama farklı bir şey çarpmıştı gözüme. Karışıklık ve keşmekeşlik yoktu sanki 25 sene önceki Paris sokaklarında dolaşıyor gibi idim. Yırttık kotlu gençler olsa da, döpiyesli bayanlar, takım elbiseli erkekler, ellerinde çiçek ile sokakta gezinen hanımefendiler sürekli gözüme çarpıyordu. 80’li yılların başında gördüğüm. Avrupa’yı artık 

Avrupa’da görmek bile pek mümkün değilken buralarda hala 70-80 yılların nazikliğini, hissetmek, o yılların müzik türlerini sokaklarda dinlemek mümkündü. Bugün Mississipi üzerinde Louisiana’da bile caz dinlemek nerede ise hayal olmuş iken, burada sokaklara kurulmuş sahnelerde saksafon eşliğinde Caz dinlemek, kemal ve akordiyon ile Edif Piaf’ın, Adamo’nun seslendirdiği şarkılardan birini duymak gerçekten bizi şaşırttı. 

Km2’ye 2-3 çocuk düşmesi, içlerine, gelecekte çocuksuzluktan yok olacakları korkusu saldığından mıdır, yoksa çocuğu bir birey olarak kabul ettiklerinden midir, bilinmez ama çocuklar buralarda kral, kraliçe muamelesi görüyorlar. Müzelerde çocuklar için özel odaların olması, tren vagonlarında çocuklara oyun odası yapmaları, pek de alışık olmadığımız şeyler. İklim bir müzede tuğladan duvar yapmayı, başka bir müzede yerel çalgıları çalmayı öğrenirken, bir başkasında da kendisi için yapılmış devasal koltukta kraliçe gibi davransa da kendi bireyselliğini keşfetmenin adımlarını atıyordu. 

Helsinki, Finlandiya’nın yeni başkenti olduğunu gezdiğimizi ulusal müzede öğrendik. 9 yy.da Asya’daki göçler sonucu İsveç’e kadar giden kavimlerden bir kısmı Finlandiya’nın İsveç’e bakan kıyılarında kalmış ve belki de ilk Vikingler olarak Turku’yu oluşturmuşlar. Viking kadını daha o dönemden beri evini koruyan kadın olmuş. Kocalar aylar süren deniz seferlerine çıktıkların da, evi koruyan, avlanan, hep evin kadını olmuş. Zor doğa şartlarında kaması belinde, hep kendine net bir yer edinmiş. 

Buralarda 2 günde bir, hiç durmadan yağan yağmuru hatırlayıp, 2.gün sabah erken başlayan yağmuru göz önüne alarak uzun bir kahvaltı ve güzel ek bir uykudan sonra öğle saatlerinde kendimizi tren garına atıp Turku’ ye gittik 

2 saatlik bir tren yolculuğu sonunda Turku’ya vardığımızda, ahmakıslatan bir yağmur vardı. Helsinki’ye dönüş için son tren saatlerini ve kale yolunu bilet gişesinden öğrenip birde yağmurluklarımıza güvenip kendimizi kale yolu attık. Bir nehir kenarında hafif yağmur altında başlayan yürüyüşümüz, sağanak haline dönüşen ikindi (!) yağmuru ile devam etti. 

İsveç’ten alışık olsak da, bu sağanak yağmura ne bizim yağmurluklar ne de Kiki dayanabildi. 30 dakikalık bir yürüyüş sonunda İklim hiç durmadan “Su yayo babaaaa - Su yayo babaaaa” çığlıkları altında Turku’yu inlete inlete kaleye vardık. Pek matah bir şey bulamadıksa da bir göz atıp çıktık kaleden. 

Çocukluğumda ki Viking çizgi filmi Viki’nin maceraları geldi aklıma. Günlerce hoppaaa, hoppaaaa diye bağrışmalar altında kürek çekerek, sisli denizlerde yol alırlar, birden karşılarına güneş çıktığında ya da Viki bir yeni fikir bulduğunda havaya zıplayarak ayaklarını birbirlerine tokuştururlardı. Biz Viki kadar şanslı değildik. Tüm gün yağan yağmur burada da çok gezinmemize izin vermedi. Bir kahve ve bir kek molası ile gökyüzünü göremeden gidip geldiğimiz Turku’da, trendeki çocuk parkı sayesinde en sevinen gene bizim Kiki olmuştu. 

Finlandiya, kadına seçilme hakkını ilk defa 1907’de veren ilk ülke olmanın haklı gururunu yaşıyor. Müzelerinde kurdukları seçmen odasında, İklim’de ilk oyunu kullandı. Bundan sonrası ona ait deyip, birkaç saatimizi de Helsinki Lunaparkında geçirip ertesi gün gizemler & sefahatler ülkesi Rusya’ya doğru hareket etmek üzere otelimize geri döndük. 

Ağustos 2008